Doktor bir tanıdık, trafik kazası geçirdikten sonra hemen besili bir koyun boğazlatmıştı. O hayvanın hayatında bir kez bile hatalı sollama yapmadığına kefil olabilirim. Askerliğim sırasında komutan, tugaydaki can sıkıcı olaylara dur demek için içtima alanında kurban kestirmişti. İnfazın nedenleri arasında bir erin kendisini camdan atması ve yanlış hatırlamıyorsam banyo kazanının patlaması vardı. Bu olaylarda da kurbanın parmağı olmadığına yemin edebilirim. Derdim, koyunların yaşam haklarıyla ilgili değil. Soyutlanan kurban geleneğinin devlet yönetimine taşınmasına ve ilk fırsatta demokrasinin boğazlanmasına karşıyım.
Farklı zamanlarda aynı tarafın insanlarından amacı aynı çığlıklar yükseliyor: Komünizm tehlikesi var! Ülkeyi bölmeye çalışıyorlar! İrtica geliyor! Çözüm: Demokrasiyi kurban edelim.
Demokrasi herkesin çıkarına değildir. Uygar toplumlara yakışır vatandaşlık haklarıyla yaşamak isteyen sıradan insan için karnını doyurduğu ekmek kadar gereklidir ama karanlıktan yararlanarak toplumun sırtına binenler için zehirdir. İkinci gruptakilerin güçleri dahilindeki her aracı demokrasi aleyhinde kullanmaları mantıklı. Oysa sıradan vatandaşlık dışında bir rütbeye ya da makama sahip olmayanların onlarla aynı amacı benimsemelerine anlam vermek zor.
Uygarlığın gelişmesinde, ortaya çıkan teknolojik değişim olanakları için daima maliyet kazanç muhasebesi yapılır. Buhar makinesinin karnını doyurmak için gereken kömür, aynı gücü sağlayacak insan emeğinden pahalı olduğu sürece söz konusu icat Leonardo’nun helikopteriyle birlikte kullanılmadan beklemek zorundadır. İnsan dehasının en karmaşık ürünlerinin bile üç beş toplama çıkartmayla değerlendirilmesi acı ama keşke aynı vicdansızlık aynı basitlikte teknoloji dışına da taşınabilseydi. Terazinin bir kefesine demokrasinin getirdiği kazanç ötekine maliyeti atılıp, peynir tartmayı bilen herkesin durumu görmesi sağlanabilseydi. Başımıza gelen her kötü olaydan sonra, televizyon ekranlarında, gazete köşelerinde ya da resmi kürsülerde, demokrasiyi kurban etmeye çalışan beylerin anlattıklarının, bir bakkal terazisinin çalışma ilkesi kadar bile mantık içermediği kolayca anlaşılırdı.
Toplum olarak biz, uygarlığın bu en önemli yönetim aracını hiçbir zaman gerçek bir aşkla sevmedik. Ve ona, onun katli için bağıranlara inandığımızın yarısı kadar inanmadık. Bu yüzden henüz onun tadını bile almış değiliz.
Sizin gibi olmayanlara katlanmak zorunda kalmanız demokrasinin maliyetlerindendir. Sizin gibi olmayanlarla boğazlaşmaktan kurtulmanızsa demokrasinin getirdiği kazançlardandır.
Köy halkı, kışın yiyeceği pekmezi ortak bir depoda biriktirme kararı almış. Yaz boyu, herkes elinde bidonlarla depoya taşınmış. Kar mevsimi geldiğinde deponun musluğunu açmışlar ve akan suyu görüp şaşırmışlar. Suyun berraklığını bozmak için olsun bir bidon pekmez dökülmemiş depoya.
Cahili olduğumuz demokrasiye bu köylüler gibi kurnaz yaklaşıyoruz: Benim kullanmayacağım demokratik hakların gasp edilmesinde hiç bir sakınca yok. Orada bir mabet var ve ben onun tanrısına inanmıyorum. Öyleyse yıkılsın orası! O mabedin müminleri samimiyetten uzak demokrasi çığlıkları atarlarken kulaklarımı kapatıyorum. Aslında yanlarında olmam gerek, ama ilk fırsatta, tanrılarına inanmadığımdan boğazımı sıkacaklarını biliyorum. Ellerindeki gücü koruyabilmek için karanlığa muhtaç olanlar, paradokslara meraklı Sir Russell’ın, mezarından kalkıp bu çelişkinin çözümsüzlüğüne kefil olacağını iddia edeceklerdir. Haklıdırlar belki ama o problemin bizim için anlamının Russell’ınkinden çok farklı olduğunu unutuyorlar. Ona entelektüel haz beklentisiyle yaklaşmıyoruz. Çözersek kimse aferin bile demeyecek bize. Kötü bir masal cini gibi dikiliyor insanca yaşamla aramızdaki kapının önünde. Sorduğu bilmecenin çözümünü bulamadığımız sürece izin vermeyecek geçmemize ve içinde bulunduğumuz kirli karanlığa katlanmaya devam edeceğiz.
Neyse ki bu ya da benzer düğümleri çözebilmek Russell’dan zeki olmayı gerektirmiyor. İskender’inki kadar keskin bir kılıca da ihtiyacımız yok. Demokrasiye engel diye gösterilen sorunların ancak demokrasi sayesinde çözüleceğini bütün bir toplum olarak anladığımızda devam edeceğiz yolumuza.